Antik Yunan ve Mısır medeniyetlerinin de gözlemlediği gibi dünyanın etrafında döndüğü güneş, insanların hayat döngüsünün oluşmasında önemli bir role sahip. İnsanlar güneş ışınlarıyla var olmuş ve onun hareketlerine uyumlu, ondan referans alan bir yaşam döngüsü oluşturmuşlardır.
Avusturyalı Aydınlatma tasarımcısı Andreas Danler’in de öngördüğü gibi güneş ışığının günümüz yapılarının içinde daha çok kullanılmak istenmesinin belki de en önemli nedeni olarak herkesin kullanımına açık, limitsiz bir enerji kaynağı olması gösterilebilir. Ayrıca binalarda kullanılan toplam enerjinin 1/3 ünden fazla tüketen aydınlatma enerjisini minimuma indirmek en akılcı alternatif yol diyebiliriz.
Mimari aydınlatmada “Doğal Aydınlatma Tasarımı”, bölge iklimini, enlemini, mimari yapının kütlesini ve konumunu, bölgedeki diğer yapıları ve yansıma yapabilecek bütün yüzeyleri hesaba katan, binaya üstten ve yanlardan giren ışığı en uygun şekilde bir araya getirmeyi amaçlayan bir tasarımdır. (James Benya, IALD,ABD) Doğal aydınlatma hesaplarında “gün ışığı” denilen doğal ışık aslında sadece güneşten gelen ışınlardan ibaret sayılmamakta. Gün ışığı, güneş ışığı ve gök ışığının toplamına denk gelmektedir. Bu anlamda güneşin direkt (direct sunlight) ve endirekt (skylight) olarak yeryüzüne etki ettiğini söyleyebiliriz. Binalarda gündüz gün ışığının kullanılması yeni bir mimari olgu değildir ancak kötü sonuçlanmış projelerdeki deneyimlerden gün ışığını kontrolsüz bir şekilde kullanmanın en başta aşırı ısıya ve kamaşmaya neden olduğu bilinmektedir.
Doğal aydınlatma tasarımında öncelikle çevresel, coğrafi ve atmosferik şartların incelenmesi gerekmektedir. Böylece günün ve yılın değişik zamanlarında bina üzerinde düşebilecek gölgeler hesaplanabilir, binanın konumuna optimum gün ışığını alacak şekilde karar verilebilir. Binanın konumuna, formuna ve yüksekliğine karar verdikten sonra iç mekanlara giren gün ışığını optimize etmek için binanın daha çok yapısal faktörlerine odaklanmak gerekir.
Bu anlamda binanın işlevi, açıklıkları ve iç ortam yansıtıcıları binaya girecek gün ışığı miktarını ve yönünü belirleyecektir. İç mekanda yapılacak iş, yan açıklıklara çok uzak olmamalıdır, odanın ve yan açıklıkların oranı (ölçüleri değil) ışığın içeriye ne şekilde yayılacağını gösterir. Burada genelde amaç içeriye giren ışığı endirekt olarak tavana yönlendirebilmek ve odanın içlerine kadar olabildiğince homojen bir aydınlatma sağlamaktır. İnsanların ve hayat alanlarının “doğallığa” dönmesini ilkelliğe bir dönüş olarak değil, insanı kültürel bir varlık olarak ele alıp modern yollarla doğayla yeniden bütünleştirmenin yollarını bulmalıyız.
Enerji tüketiminin en önemli kriter olduğu son zamanlarda, teknolojinin sunduğu olanakların bizi daha sofistike ekipmanların satın alımı yerine daha basit, akılcı ve işbirlikçi çözümlere götürmesini umalım. Bu sayede doğal-yapay döngüsünü, geçmiş deneyimlerden de ders alarak, birbirini ezecek değil tam tersine güçlendirecek şekilde yaşatabiliriz